OTEL EKİPMANLARI AKSESUARLARI

OTEL EKİPMANLARI AKSESUARLARI
OTEL EKİPMANLARI AKSESUARLARI

8 Aralık 2011 Perşembe

YERLİ OTOBÜS - İLK YERLİ HİBRİT OTOBÜS SAKARYA ÜNİVERSİTESİNDEN

YERLİ OTOBÜS - İLK YERLİ HİBRİT OTOBÜS SAKARYA ÜNİVERSİTESİNDEN
Sakarya Üniversitesinde (SAÜ) hibrit sistemle çalışan belediye otobüslerinin egzoz gazı emisyonlarının asgari düzeye indirilmesi amacıyla başlatılan projede, yüzde 30 yakıt tasarrufu sağlayan ve en düşük egzoz gazı emisyon değerlerine sahip hibrit otobüs geliştirildi.

SAÜ, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve Temsa işbirliğiyle 2008 yılında başlatılan ''Hibrit Otobüs Seyir Hali Emisyonlarının Ölçülmesi ve Modellenmesi'' Projesi'nde son aşamaya gelindi. Temsa tarafından üretilen hibrit otobüste elektronik frenlemeyle üretilen kinetik enerji bataryada depolanıyor ve otobüsün ilk hareketi elektrik motorları aracılığıyla sağlanıyor.

SAÜ Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şeref Soylu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Belçika'da düzenlenen bir toplantıda Temsa'nın Ar-GE mühendisleriyle tanıştığını ve birlikte hibrit otobüslerin egzoz emisyonlarının azaltılması üzerinde çalışmaya karar verdiklerini söyledi.

Toplu ulaşımı sağlayan otobüsler için çalışma yürüttüklerini ifade eden Doç. Dr. Şeref Soylu, ''Belediye otobüslerinin özelliği çok sık dur kalk yapmaları ve bunun için de her duruşta çok frenleme yapıyor olmaları. Aracın sahip olduğu kinetik enerji de bu frenleme sırasında ısıya dönüştürülerek atmosfere bırakılıyor. Bizim düşüncemiz de şu olmuştu. 'Bu ısıyı atmosfere bırakmayalım, bu enerjiyi elektrik enerjisine dönüştürelim ve depolayalım, otobüs kalkışında da depolanan enerjiyle harekete geçsin, daha sonra da konvansiyonel sistem devreye girsin' dedik'' şeklinde konuştu.

Geliştirdikleri teknikle yerli hibrit otobüsün yakıttan tasarruf sağladığını ve çevreye yaydığı emisyonda önemli miktarda azalma olduğuna dikkati çeken Soylu, dizel motorlara sahip olan belediye otobüslerinin ilk hareketlerinde fazla miktarda emisyon yaydığını anlattı.

Doç. Dr. Şeref Soylu, hibrit sistemlerin otobüslerin emisyonlarını asgari düzeye indirdiğini kaydederek, şöyle konuştu:
''Hibrit sistemler bu emisyonları kesiyor. Çünkü ilk kalkış elektrikle oluyor ve ardından konvansiyonel motor devreye giriyor. Normal bir konvansiyonel motor dışında, otobüste elektrik motoru ve bir jeneratörü var. İçten yanmalı motor bir jeneratöre bağlı. Bu jeneratör ürettiği enerjiyi elektrik motorlarına gönderiyor ve elektrik motorları da taşıta hareket veriyor. Frenleme esnasında, 'rejeneratif frenleme' dediğimiz yöntemle bu elektrik motorları jeneratör olarak çalışıp, taşıtın bataryasını ya da ultra kapasitörünü besleyebiliyor.

Yerli Hibrit Otobüs Kalkışlarda da taşıtın ultra kapasitörü ya da bataryasından enerji tekrar sisteme verilerek, taşıtın hareketine katkıda bulunuyor. Sürücü frene bastığı an frenleme elektronik olarak gerçekleşiyor. Buna 'e-break' diyoruz. Elektrik motorları bu sırada jeneratör olarak çalışıyor ve elektrik üretiyor, frenlemenin şiddetine göre. Kalkış anında sürücü gaza bastığında da elektrik enerjisiyle hareket sağlanıyor ve sonra normal operasyona başlıyor.''

Yerli Hibrit Otobüsün bütün testleri seyir halindeyken gerçekleştirildi
-Proje yürütücüsü SAÜ Öğretim üyesi Doç. Dr. Şeref Soylu, İlk Yerli Hibrit Otobüste Euro 6 normlarını esas aldıklarını ifade ederken, yeni nesil otobüsle de test sürüşü gerçekleştirdi.

İlk Yerli Hibrit Otobüsün bütün testlerinin seyir halindeyken ve normal güzergahındayken gerçekleştirildiğini belirten Doç. Dr. Şeref Soylu, ''Laboratuvar şartlarında gerçekleştirelim de ondan sonra piyasaya çıksın' düşüncesinden ziyade, taşıt hangi güzergahta kullanılıyorsa o güzergahta çalıştırdık ve o esnada da test sistemleriyle taşıtın optimizasyonu sağlandı. 'Ne eksiğimiz var, nasıl bir iyileştirme yapabiliriz', bunları gördük. Otobüse yolcu almadık ama bunun yerine, kum torbaları yerleştirdik. Otobüs 15 ton ağırlıkla hareket ettirildi'' dedi.

Doç. Dr. Şeref Soylu, çalışmanın Türk ekonomisine de önemli katkıları olacağına inandığını belirterek, benzeri çalışmaların devamı halinde yerli otomobil sektörünün daha da güçleneceğini kaydetti. Türkiye'nin global pazarda rekabet edebilmek için modern teknolojilere odaklanması gerektiğine dikkati çeken Soylu, şunları bildirdi:

''Siemens ve Mercedes'i düşünün. Her birinin 100 yıllık geçmişi var. Sahip oldukları konvansiyonel teknolojide onlarla rekabet etmek çok zor ama bu yeni teknolojilerde onlar da yeni. Onlar da çok tecrübeli değil. Bu konuda araştırmalarımızı yoğunlaştırırsak dünya pazarına çok iyi ürün verebiliriz diye düşünüyorum. Otobüsü TEMSA Global'e teslim ettik. Nasıl sipariş alıyorlar bilmiyorum ama ona göre artık seri üretime geçebilirler. Bu otobüsün bir özelliği de kontağı açın ve belediyenin hizmetine verin, o şartlarda bir otobüs.''
Otobüsün yazılımındaki optimizasyonla izledikleri güzergahta yüzde 30 tasarruf sağladıklarını ifade eden Doç. Dr. Şeref Soylu, yaklaşık 3 yıl süren testlerde otobüs kullanmayı öğrendiğini ve testleri büyük çoğunlukla kendisinin gerçekleştirdiğini sözlerine ekledi.

AA
YERLİ HİBRİT OTOBÜS - YERLİ OTOBÜS - TEMSA OTOBÜS

2 Aralık 2011 Cuma

TSE STANDARTI - ULUSLARARASI STANDARTLAR - TSE STANDARTLARI

TSE STANDARTI - ULUSLARARASI STANDARTLAR - TSE STANDARTLARI
Bugün değinmek istediğim konu TSE Standartı ve uluslararasın standartlar. Bazı değinmek istediğim konular var. Gördüklerim var. Malesef bizde TSE standartı denildiği zaman akla ilk gelen para verilerek alınan kapıt parçası geliyor. Serbest Piyasa kanununu bazıları aleyhinde kullanıyor veya bu konuda insanlarımız bilinçlendirilmemiş. Bende ağır basan düşünce ise TSE standartlarının kale alınacak bir standart yöntemi olmadığı yönünde.

Bu konuda hiçbir şey bilmeye gerek yok. Bu ülke geri kalmış bir ülkeyse standartları yüksek olmadığı içindir. Başka altında çapanoğlu aramanın anlamı yoktur. Almanyada, AB ülkelerinde ve en gelişmiş ülke kabul edilen Japonyada ulusal standart belgesi almak kolay bir iş değildir. Her üretilen, icat edilen ürüne bakanlık beraberinde standart getirir. Bizde ise başkası ne diyosa 20 yıl sonra uygulanır.

Malesef piyasada bir haksız rekabet almış başını gidiyor. Bunun en büyük sebebi ise TSE standartlarının yeterli olmaması ve TSE standartlarını uygulayan bakanlığın denetleme namına hiçbirşey yapmaması. Bunu neye benzetirsiniz (anlamayanlar için) derseniz; iki ürün var aynı ebatlarda, aynı renklerde, birebir aynı. Hammaddeleri bile aynı ama biri 1 Lira diğeri 5 lira. Üstelik bu iki üründe aynı fabrikada üretiliyor. Sebebi sizce ne olabilir. Tabiki kullanılan malzeme ve kullanılması gereken malzemenin yeteri kadar kullanılmaması ile alakalı.

İşte bu tip durumlarda TSE bir standart koymalı ve uygulanması gereken standartın sürekli denetlenmesi. Bu piyasada inanılmaz bir haksız rekabet oluşturuyor. Merdiven altı imalatçılarıda cabası. Bu tip durumlar yüzünden malesef dev şirketler kepek kapattı. Piyasada olması gereken şirketler piyasayı terketti. Çok büyük şirketlerin canı yandı.

Artık bu tip durumların önüne geçilmeli. Özellikle basit kalem mallarda çok büyük haksız rekabetler var. Bu haksız rekabetler insan sağlığını hiçe sayacak düzeyde. Denetleyen kimki. Burası Türkiye diyenler bu ülkede parazit yaşayan insanlardır. Halbuki bu standartlar Japonyada, Almanyada inanılmaz yüksektir. Standart konusunda adamlar malların istifleme şekline dahi müdahale ediyorlar. Eğer bu ülkenin büyümesini, gelişmesini ve teknoloji üretmesini istiyorsak bilinki standatlarını yükseltmedikten sonra bu imkansız.

Kalın sağlıcakla....

TSE STANDARTLARI - TSE STANDARTI - TSE LOGO - TSE LOGOSU

27 Kasım 2011 Pazar

ADLİ BİLİMCİLER DERNEĞİ

ADLİ BİLİMCİLER DERNEĞİ
Türkiye'de adli bilimciler bir aray gelip bir dernek altında faaliyet göstermeye karar vermişler. Çok da mükemmel bir arar almışlar. Kutlamamak elde değil. Elinize, emeğinize ve yüreğinize sağlık. Tabi böyle mükemmel bir düşüncenin karşılıksız kalması zaten beklenemezdi. Öyle bir başarıya imza attılarki artık suçlular kokusundan tanınacak. Okuyun haberi ne demek istediğimi anlarsınız.

Anadolu'da gerçekleşen Adli Bilimciler Kongreleri sayesinde adli bilimcilerin birbirleriyle tanışıp ortak çalışmaya başladığını belirten Prof.Dr. Hancı, "Derneğimiz 2001 yılında kuruldu.

2001 yılından beri adli bilimler alanında çalışan Adli Tıp Uzmanları, Olay Yeri İnceleme ekipleri, Kriminal Laboratuvarlarda çalışan arkadaşlarımız ve üniversitelerde konuyla ilgili adli bilimler alanında çalışan tüm meslektaşlarımızı bir araya getirerek, bilgi alışverişinde bulunmak ve adli bilimlerin tüm alanlarında bir gelişme oluşturmak dolayısıyla kanuna, hukuka, yargılamaya bir destek sağlamak amacındayız" dedi.

Bu amaçla 2002 yılından beri Anadolu'nun değişik illerinde Anadolu Adli Bilimler Kongreleri düzenlediklerini anlatan Hancı, şöyle konuştu: "Burada adli bilimlerin her alanındaki kişiler katılıyorlar, Adli Diş Hekimleri, Adli Tıp Uzmanları, Adli Bilişimciler, Olay Yeri İncelemeler, Kriminal Laboratuvarda Çalışanlar, Adli Hemşireler, tüm alandaki arkadaşlar kongrelerimize katılarak bilgilerini paylaşıyor, böylece bilgi açısından güçlenmiş oluyoruz.

Son yıllarda bu kongreler sayesinde aynı alanda çalıştıkları halde birbirini tanımayan pek çok meslektaşımız ortak çalışır hale geldi. Bilgilerini paylaştılar ve bu paylaşımlarla çok yeni gelişmeler, yeni araştırmalar ve yeni makaleler doğdu. Pek çok alanda geliştiğimizi rahatlıkla söyleyebilirim."

Türkiye'deki Adli Tıp Merkezlerinin dünyadaki gelişmiş adli tıp merkezleri ile aynı konuma geldiğini belirten Prof.Dr.Hamit Hancı, Türkiye'nin son 10 yılda adli bilimler alanında büyük atılımlar yaptığını açıkladı.
Adli Bilimciler Derneği Başkanı Prof.Dr. Hancı, Türk Adli Bilimi'nin dünyanın gelişmiş adli bilim merkezleri ile yarışır hale geldiğini söyledi. Bugün Adli Tıp Kurumu'nun gerek Kriminal Polis laboratuvarları, gerek Jandarma Kriminal, gerek üniversitelerin Adli Tıp Ana Bilim dallarının kendilerini inanılmaz geliştirdiğini anlatan Hancı, şunları söyledi: "Dünya standartlarında her türlü olayı çözebilecek alt yapıya, ekipmana ve elemana sahiptirler."

Türkiye Adli Kurumu'nun güçlendiğini belirten Prof. Dr. Hamit Hancı, Adli Tıp Kurumu'nun artık olayları yerelde çözmesi gerektiğini belirtti. Adli Tıp Kurumu'nun bölgesel adli tıp şubelerinde ve grup başkanlıklarını güçlendirmesini öneren Prof. Dr. Hamit Hancı, sözlerini şöyle sürdürdü: "Adli Tıp Kurumu özellikle güçlendi. Bununla beraber biraz daha merkezi yapısından uzaklaşıp periferi bölgesel adli tıp yapılanmalarını güçlendirirse daha yararlı olur düşüncesindeyiz.

Çünkü, en azından basit olaylar için vatandaşlar İstanbul'a gitmemelidir, artık olaylar yerelinde çözülmeli bölgesel adli tıp şubelerinde ve grup başkanlıklarını güçlendirmek gerekiyor. Biliyorsunuz, son zamanlarda cinsel saldırılarda, beden ve ruh sağlığının bozulması ile ilgili sorulan sorularda bir yıl, iki yıl sonra randevu verilmektedir. Halbuki bunlar yerinde adli tıbbın yerel şubelerinde veya üniversitelerin tıp fakültelerinin adli tıp anabilim dallarında çözülürse çok daha hızlı ve çok daha kolay sonuçlara ulaşılabilecek, insanlarda mağdur olmayacaklardır."

ARTIK SUÇLU KOKUSUNDAN BULUNACAK
Adli Bilimler alanlarındaki gelişmelerden bahseden Prof. Dr.Hancı, artık koku köpeklerinin cesedin üzerindeki koku yoluyla şüpheliler arasındaki suçluyu bulabildiğini belirtti. Prof. Dr.Hamit Hancı, adli bilimlerdeki yenilikler hakkında şöyle konuştu:

"Adli bilimciler pek çok alanda gelişti özellikle son yıllarda Antropoloji alanı çok gelişti. Burdur'da yaptığımız kongremizin Genel sekreterlerinden Yar.Doç.Dr. Füsun Yaşar hanımefendi mesela Türkiye'nin ilk dental antropolüdür. Diş hekimi olup üzerine antropoloji doktorası yapmış, pek çok toplu mezarlarda olayları çözdü. Tokiskoloji alanında çok geliştik, pek çok zehir türünü rutin olarak, ayrıntılı olarak analiz edebiliyoruz.

Adli Tıp otopsi laboratuvarları çok gelişti, çok daha uygun ortamlarda otopsi yapabiliyoruz. Her bir otopsi salonuna röntgen cihazları konuldu, çok daha ileri geni tetkikler yapılabilmektedir. Bunun yanında adli böcek bilimi gelişti. Cesetlerin üzerindeki böceklerin analizi ile artık ölüm yerini ve ölüm zamanını saptayabiliyoruz. Adli palinolojinin gelişmesi ile cesedin üzerindeki polenlerden, bitki tozlarından ölüm yeri ve zamanını tespit edebiliyoruz.

Adli veterinerlik alanının gelişmesi ile bomba köpeklerinin yanı sıra ceset köpekleri, narkotik köpekleri ve banknot köpekleri geliştirildi. En son yeni gelişmelerden biri yakın zamanda gündeme gelecek, koku teşhis köpekleri, suçlunun kokusunu alarak, bu köpekler şüpheliler arasındaki suçluyu bulabiliyorlar.Adli bilim artık buna bile muktedirdir. Her alanda inanılmaz gelişmeler olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz."

Adli Bilimciler Derneği Başkanı Prof.Dr. Hamit Hancı, adli tıbbın ve adli bilimlerin daha hızlı sonuç verebilmesi için, Adli Tıp Kurumu, Jandarma ve Polis Kriminal Laboratuvarları ile sürekli iş birliği halinde ve bilgi alışverişi halinde olunması gerektiğini sözlerine ekledi.

BEYİN CERRAHI - BEYİN CERRAHİSİ - BEYİN CERRAHINDAN MÜKEMMEL BULUŞ

BEYİN CERRAHI - BEYİN CERRAHİSİ - BEYİN CERRAHINDAN MÜKEMMEL BULUŞ
Aşağıda okuyacaklarınız beyin cerrahisi alanında bir başarı hikayesi niteliğinde. İnsanın mesleğine gösterdiği merak ve ilginin ürünü. İzmirli beyin cerrahının geliştirdiği kamera, endoskopi sırasında kanamaya rağmen görüş imkanı sağlıyor.Cihazın insanlarda kullanılabilmesi için Ege Üniversitesi Etik Kurulu'na başvuruldu.

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde beyin cerrahı olarak görevli Tuncer Turhan, kızılötesi kamerayı ilk kez askerde gördü.

Turhan, beyin ameliyatlarında gece görüşlü kameranın faydalı olacağını düşünerek araştırmaya başladı.

1 yıllık çalışmanın ardından beyin ameliyatlarında kullanılacak kamera ortaya çıktı.

Dışarıdan bakıldığında kameranın diğer endoskopi kameralarından hiç farkı yok.

Ancak kamera sayesinde endoskopi sırasında kanamaya rağmen görüş imkânı sağlıyor.

Çalışma tıp camiasında büyük ilgi uyandırdı.

Cihazın ameliyatlarda kullanılabilmesi için Ege Üniversitesi Etik Kurulu'ndan geçmesi gerekiyor.

Temenni ederim ki bu ürün üzerine ticari açılımlar yapılsın ve dünyada beyin cerrahlarının kullandığı bir ticari ürün olarak talep görebilecek şekilde tanıtılsın. Aksi takdirde Türkiye'de çok fazla buluş ve icat yapılıyor ama sadece kayıtlara buluş olarak geçiyor.

Kalın sağlıcakla...

17 Kasım 2011 Perşembe

URANYUM MADENİ - URANYUM REZERVLERİ

YOZGATTA URANYUM MADENİ REZERVİ - URANYUM MADENİ - URANYUM REZERVLERİ
Habere göre Yozgat'ın Sogun ilçesinde Akoluk ve Mehmetbeyli köyleri arasında Türkiye'nin en büyük uranyum yatakları tespit edildi.

Yozgat'ta uranyum madeni rezervini tespit etmek için 39'uncu sondajı yapan şirket,Türkiye'nin tahmin edilenden çok daha fazla uranyum madenine sahip olduğunu ortaya çıkardı.

Yozgat'ın Sorgun ilçesinin Akoluk ve Mehmetbeyli köyleri arasındaki bölgede uranyum rezervi tespit etme çalışmaları yeniden başladı.

Bölgede 1 yıldan beri uranyum çıkarma çalışmalarını yürüten Adur Madencilik Şirketi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Sabri Duransoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bölgede 39'uncu sondaja başladıklarını, 38 sondajdan elde ettikleri bilimsel verilerin Türkiye'nin bilinenden daha fazla uranyum madenine sahip olduğunu ortaya koyduğunu söyledi.

Türkiye'de 3-4 bölgede uranyum madeninin varlığından söz edildiğini ancak en zengin uranyum madeninin Yozgat'ın Sorgun ilçesine bulunduğunun tespit edildiğini belirten Duransoy, şöyle konuştu:
''Burada bir ilki başarmaya çalışıyoruz. Bu zamana kadar 38 sondaj yaptık. Kısa bir ara verdikten sonra sondaj çalışmalarına yeniden başladık. Şimdi Yozgat'ın Sorgun ilçesine bağlı Akoluk, Temrezli ve Mehmetbeyli köyleri arasındaki bu arazide yeniden sondaja başladık. Burada bir ay zarfında 7 sondaj daha yapacağız. Sondaj çalışmaları için 3 yıl zaman ayırmıştık. 1 yılı doldu. 2 yılın sonunda en kısa sürede buraya uranyum tesisi kurulur ümidindeyiz.''

URANYUM REZERV TAHMİNLERİ REVİZE EDİLMELİ
Türkiye'nin en zengin uranyum yataklarının Yozgat'ın Sorgun ilçesine bağlı Akoluk, Temrezli ve Mehmetbeyli köyleri arasındaki bu bölgede bulunduğunu bildiren Duransoy, Maden Tetkik Arama (MTA) Genel Müdürlüğünce bundan 35 yıl önce bu bölgede uranyum arama çalışmaları yapıldığını, bu çalışmalarda uranyum varlığının tespit edildiğini kaydetti.
Duransoy, şöyle devam etti:
''Biz de onların tespiti üzerinden hareket ettik. Onların yaptıklarına ilave olarak sondajlar yaptık. Bugüne kadar yapılan sondajlarda Türkiye'nin uranyum rezervinin 9 bin ton civarında olduğu tespit edilmiş. Rezervlerin en büyük kısmının burada olduğunu tespit ettik. Aşağı yukarı bu bölgede 4 bin ila 4 bin 500 ton civarında uranyum bulunduğu tahmin edilirken bizim yaptığımız 38 sondaj sonucunda bu bölgede 7 bin ton rezerv olduğu ortaya çıktı. Bu rezerv, ülke rezerv tahminlerini değiştiren bir gelişme. Dolayısıyla bu durum Türkiye'de rezerv tahminlerini yeniden revize etmezimizi gerektiren umutlu bir gelişme. Bütün bu havza için düşünülen 4 bin ton rezervin neredeyse bir kat üstüne çıkmış olmak madencilik bakımından çok önemli bir gelişme. Onun için çalışmalarımızı biraz daha hızlandırdık. Bir ay sonra ikinci etap sondaj çalışmalarımız da sona erecek. Ortaya çıkacak veriler sonucunda fizibilite raporu hazırlanacak. Fizibilite raporuna göre ilçeye üretim tesisi kurulup kurulmayacağına karar verilecek. Üretim tesisinin kurulması çok uzun zaman almaz. Fakat üretim tesisinin ne şekilde kurulacağını, kaç yıl çalışacağını, kapasitesinin ne olacağını bize fizibilite raporları gösterecek.''

YOZGATTAKİ URANYUM MADENLERİ NÜKLEER SANTRALDE KULLANILABİLİR
Bölgeden çıkarılan uranyumun Mersin'de ya da Sinop'ta kurulması planlanan nükleer santrallerde yakıt olarak kullanabileceğini belirten Duransoy, ''Hükümetin çok önemli ve faydalı bir kararı ile Türkiye'de nükleer santral kurulması kararlaştırıldı. Buradan bir uranyum çıkarsa neden kurulacak bu nükleer santrallerde kullanılmasın? Kendi toprağımızdan çıkacak uranyum pekala o santralde kullanılabilir'' diye konuştu.

ÖNCE ÇEVRE SONRA URANYUM SONDAJI
Sondajlarda çevreye önem verdiklerini ve köylülerle el ele vererek çalışmalarını yürüttüklerini belirten Duransoy, özel bir teknikle 150 metre derinlikten uranyum madenine ulaştıklarını kaydetti.
Uranyumun çıkarılabilmesi için 150 metre derinliğe inildiğini ve numuneler çıkarıldığını söyleyen Duransoy, şöyle konuştu:
''Bu kayaçlar özel kutulara konularak depolara götürülüyor. Orada mühendislerimiz kayaçları inceliyorlar. Kayacın içinde cevher var mı yok mu onun tespitini yapıyorlar. Daha sonra numuneler yurt içinde ve dışında laboratuvarlara incelemeye gönderiliyor. Bölgedeki tüm köylülerle uyumlu olarak, öncelikle çevreye maksimum saygı anlayışıyla çalışmalarımızı yapıyoruz. Tarlasında ekini olan, pancarı bulunan çiftçinin rızasını alıp sondaj alanında ne kadar ürününe zarar verdiysek bunu tanzim ederek çalışmalarımızı yürütüyoruz. Köylü kardeşlerimiz çalışmalarımızdan çok memnunlar. Burada kurulacak tesiste 150-200 istihdam öngörülüyor. Bu da bu memleketin çocuklarının yararlanabileceği bir yatırım olabilir.''

35 YILLIK URANYUM MADENİ RÜYAMIZ SONA ERİYOR
Sorgun Belediye Başkanı Ahmet Şimşek de ilçede uranyum madeni bulunduğunu 35 yıl önce MTA'nın yaptığı sondaj çalışmalarıyla öğrendiklerini ancak madenin bugüne kadar çeşitli nedenler ileri sürülerek çıkarılamadığını söyledi.
Şimşek, ''Ülkemizin artık mutlaka enerji sorununa çare bulması gerekiyor. Tüm gelişmiş ülkeler nükleer enerji santralleri kurarken bizlerin bunlardan yararlanmaması doğru değil. Bu nedenle bu çalışmaları çok yerinde ve doğru buluyorum. Çalışmaları yakından takip ediyorum. Köylüler de bu durumdan memnunlar. 35 yıllık rüyamız gerçek oluyor. Uranyum tesisi kurulursa ilçemiz çok daha gelişecektir'' diye konuştu.

16 Kasım 2011 Çarşamba

ORTADOĞU TÜRKİYE

ORTADOĞU TÜRKİYE
Ortadoğu ve Türkiye hakkında Pulitzer Seymour Hersh  ödüllü gazeteci yazarla Takvim gazetesinde yayımlanan haber

Pulitzer ödüllü ABD'li gazeteci Seymour Hersh'in tespiti: "30 yıldır İsrail'in yönettiği kod adı Z bölgesi olan Kuzey Irak'taki alan tamamen Türkiye'nin eline geçti."
Pulitzer ödüllü ABD'li gazeteci Seymour Hersh ilginç açıklamalarda bulundu. Hersh, PKK'nın ağır darbe aldığını ve Arap Baharı'nda Türkiye'nin çok önde olduğuna dikkat çekti.
İşte o açıklamalar:


Kuzey Irak'ta neler oluyor?
Kod adı Z bölgesi olan Kuzey Irak'taki alan artık tamamen Türkiye'nin elinde... Bu bölge son derece stratejik bir öneme sahip. 30 yıldır İsrail ve bazı Avrupa ülkeleri bu bölgeyi yönetiyordu. Artık bölge Türkiye'nin askeri ve sivil çalışmalarına ev sahipliği yapacak.


Z bölgesini açar mısınız?
Bu bölge,emekliMossad ajanlarının PKK'ya eğitim verdiği yerdi.


Türkiye, İsrail ilişkileri
Elbette düzelecek... Çünkü İsrail,Türkiyeile düşman olmak istemiyor. Bir süredir yaşananlar, İsrail'in koalisyon hükümetinden kaynaklandı. İsrail, Türkiye'den özür dileyecek. Sadece şartların oluşması için zaman gerekli. Türkiye de özrü kabul edecek.


Arap Baharı'nda ne olacak?
Türkiye, bölgede çok önemli adımlar attı. 2020'de bunu herkes görecek. Tunus, Mısır ve Libya'da Türk hakimiyeti başladı. ABD de bu bölgede Türkiye'nin yanında.

Fransave Libya ortaklığı...
Libya, Fransa ve Fransızlar'ı sevmez. Sarkozy, gider Türkiye ile Fransa yeni bir döneme girer.


Esad'ın geleceği...
Kaynaklarım, Suriye lideri Esad'ın sonunun geldiğini söyledi..İranda Suriye'nin yanında değil. Sadece öyle görünüyor. Suriye Lideri Esad'ın sonu, Kaddafi gibi değil, Mubarek gibi olacak.


İTÜ - İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ - İTÜ TEKNOKENT

İTÜ - İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ - İTÜ TEKNOKENT
Dünyada ilk defa 23 mühendislik programına Amerikan ABET akreditasyonunu alan İTÜ, kurduğu teknokentlerle hava, kara ve deniz için her türlü teknolojiyi tek çatı altında geliştirecek altyapıya kavuştu. Fatih Tabletleri'nin, yerli tank motorunun ve insansız hava araçlarının geliştirildiği İTÜ'nün Rektörü Prof. Dr. Muhammed Şahin, "Tank da yaparız, uçak da, helikopter de..." dedi.
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ), Türk siyasi hayatına damgasını vuran Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel ve Turgut Özal gibi mezunlarıyla biliniyordu. Fakat İTÜ, önümüzdeki dönemde teknolojisiyle de konuşulacak gibi, hem de dünya çapında... ? FATİH Tabletleri'nin, yerli tank motorunun ve insansız hava araçlarının geliştirildiği İTÜ'deki müthiş dönüşümü ve dinamizmi rektör Prof. Dr. Muhammed Şahin anlattı:
 
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ  - İTÜ - 23 MÜHENDİSLİKTE TEK
Rektörlükte 3 yılı geride bıraktınız. 3 yılda İTÜ'ye ne kattınız?
1950-60'larda daha çok altyapı önceliği vardı, onun için inşaat öne çıkıyordu. Ancak şimdi gündem teknoloji... Teknik üniversitelerden beklenen akademisyenlerinin çok sayıda makale yazması ve onların atıf alması değildir. Özellikle bu son yıllarda yaşanan ekonomik krizlerden sonra teknik üniversitelerden beklenen, ülkeye katma değer sağlayacak teknolojik ürünleri ortaya koymaktır. 3 sene önce rektörlük görevime başladığımda, İTÜ'nün araştırma yönüne inovasyon ve girişimciliği ilave ettmeyi hedefledim. Eğitimde de uluslararası akreditasyonu olmazsa olmaz olarak belirledim. İTÜ'nün şu anda 4 ana stratejisi var: Birincisi araştırma üniversitesi olmak, ikincisi inovatif, yenilikçi ürün geliştiren üniversite olmak, üçüncüsü girişimci (Hem üniversite hem öğretim üyeleri hem de öğrenciler girişimci olacak. Bunun için teknokentte şirket kuracaklar.), yani kendi kaynağını geliştiren üniversite olmak ve dördüncü olarak da iyi bir eğitim vererek, uluslararası eğitim kalitesini tutturmak. Amerika'daki Mühendislik ve Teknoloji Programları Akreditasyon Kurulu olan ABET'in 23 Mühendilik Programı'nı akredite ettiği dümyadaki ilk üniversite olduk. Kurduğumuz teknokentlerle ister hava, isterse kara olsun her türlü teknolojiyi tek çatı altında geliştirecek altyapıya kavuştuk. Tank da yaparız, uçak da, helikopter de...
 
DÜNYANIN İTÜ'SÜ
Bu belge ne anlama geliyor?
İTÜ, gerek laboratuar donanımı gerekse öğretim kadrosu niteliği ile ABD'deki ileri gelen 'Dünya Üniversiteleri' ile aynı kalite ve seviyesinde demek. Bu demektir ki; dünyanın birçok üniversitesinde bir arada bulamayacağınız kadar çok disiplin, İTÜ çatısı altında bulunmaktadır. Bu faaliyetlerimizi yakından izleyenler bana 'Hocam İTÜ'yü Türkiye'nin MIT'si yaptınız.' diye mesajlar gönderiyorlar. Ben de onlara, 'Hayır, biz Türkiye'nin MIT'si değil, Dünya'nın İTÜ'sü olmak için çalışıyoruz.' cevabını veriyorum.
 
200 BİN METREKARELİK TEKNOKENT
Araştırma misyonu için neler yaptınız?
Yönetim olarak Ar-Ge yatırımlarını önceledik. Teknokentimizi sürekli geliştiriyoruz. Daha önceden 25 bin metrekarelik bir alanda faaliyetteydi. Arı-1 ve Arı-2 teknokent binalarımız bulunmaktaydı. Şu anda Arı-3 binamız yapılmakta. Arı-4, Türk Telekom'un (FATİH projesi için TT Pad tablet bilgisayarları burada geliştiriliyor) teknokenti oldu. Sonra Arı-5, Arı-6 ve Arı-7 de gelecek. Bir de girişimci, akademisyen ve öğrencilerimizi aynı çatı altında toplayacak bir akademik kuluçka merkezi inşaatımız var. Yenilerle birlikte alan 100 bin metrekareye çıkacak. Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği (TÜBİSAD) ile ortak gerçekleştireceğimiz Dijital Türkiye Üssü Projesi, 60 bin metrekarelik bir proje. Hava ve uzayla ilgili teknokent için projelendirme çalışmalarımız hızla devam ediyor. Özellikle insansız hava araçlarıyla ilgili üniversitemize gelen yoğun talepler var. 2 bin olan Ar-Ge personeli sayımız, öğretim üyeleri hariç 10 bin, öğretim üyeleri de dahil 11 bine çıkacak. Türkiye'deki toplam Ar-Ge personeli sayısının 70 bin olduğunu dikkate alırsanız büyüklük daha iyi anlaşılır.
 
Şu anda teknokentte kaç firma var?
ARI Teknokent'te şu anda 80 tane firma bulunmakta. Bunun 12'si yabancı firma. Yer olmadığı için 500 firma da sırada bekliyor.
 
Teknokente puanla mı giriliyor?
Tabii... Bir değerlendirme kurulumuz var. Firma projesini o kurula sunuyor. Proje ve kaynağına göre puan alıyor. Yüksek kira bedeline (Metrekaresi ortalama 15 avro) rağmen firmalar teknokent alanlarımızda olmak istiyorlar.
 
İTÜ DE 150 MİLYON DOLARLIK YATIRIM
Yatırımların bütçesi ne kadar?
Başlayanların bütçesi 100 milyon dolar, planlananlarla toplam 150 milyon dolar.
 
Finansmanı nasıl bağlıyorsunuz?
Biz devlete bir kuruş yük olmadan finansmanı sağlıyoruz. Mevcut teknokentlerden aylık 3,5 milyon avroluk kira gelirimiz var. Yatırımlar tamamlandığında 200 bin metrekare alan için yılda 30 milyon avro kira gelirimiz olacak.
 
Her türlü teknoloji İTÜ'nayla yapılır

  • Arıkopter: DPT'den aldığımız proje 2012'de tamamlanacak. 8 kişilik sivil kullanım amaçlı bir helikopter.



  • İnsansız helikopter: Geçen sene yaptık. Şimdi bir savunma şirketimize 5 adet insansız savunma helikopteri yapıyoruz.



  • Dizel LPG motor: TÜMOSAN'la birlikte LPG dizel motor yaptık. Dünyadaki emsalle-rine göre de yüzde 30 daha verimli bir motor. TÜMOSAN şu anda traktörde kullanıyor.



  • İlk uydu: 2009'da Türkiye'nin ilk uydusunu yaptık. Öğrencilerimizin bir projesiydi.



  • İlk nano haberleşme uydusu: Geçen sene projesini TÜRKSAT'dan sipariş aldık. Birkaç ay içinde onu da tamamlayacağız.



  • Enerji Teknokenti: 5 bin metrekarelik bir alan üzerine inşaatına başlayacağız.


  • Bilgisayar ve Bilişim Fakültesi: Dijital Türkiye Üssü projesi kapsamında kurduk.


  • İnsansız Otomobil: İTÜ Mekatronik Eğitim ve Araştırma Merkezi'nde üretildi.



  • Hidrojen Teknesi: Çok kısa bir süre sonra Haliç'te suya indirilecek.



  • Öğrencilerimizin de dünya proje yarışmalarında birincilikleri var.


  • TÜMOSAN'LA MİLLİ TANKA YERLİ MOTOR
    Teknokentte olmayan sanayi kuruluşlarıyla da çalışıyor musunuz?
    Evet... Şu anda bu kapsamda binin üzerinde proje yürütüyoruz. Mesela TÜMOSAN'la Türkiye'nin ilk LPG yakıtlı dizel motorunu geliştirdik.
    TÜMOSAN'ın performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?
    Girişimci, cesur ve üniversiteye önem veren bir şirket. Üniversitenin önemini 2005'te kavrayan bir şirket. Ve bunu hızla geliştiriyor. Birçok şirket Ar-Ge'ye yatırım yapmaz, dışarıdan kopya getirir. TÜMOSAN ise Ar-Ge'ye kaynak ayırıyor. Bunu önemsiyorum. Çünkü Ar-Ge'ye bütçe ayırmayan bir şirket ilerleyemez. TÜMOSAN'la yaptığımız çalışmalarda yeni bir yapılanmaya gidiyoruz. Şimdi gündemimizde tank motoru yapmak var. Biliyorsunuz milli tank projesinin motoru dışarıdan getirilecekti. 2010 yılı ocak ayında TÜMOSAN'la birlikte Savunma Sanayi Müsteşarlığı'na gittik ve motorun da Türkiye'de yapılabileceğiyle ilgili projemizi sunduk. Geliştirdiğimiz motorları referans gösterdik. Bunun üzerine Savunma Sanayi İcra Kurulu, milli tank motorunun da Türkiye'de üretilmesi kararını aldı. Bu kararı, İTÜ-TÜMOSAN ortaklığı aldırdı. Lider devlet olmak için tankımızın motorunu da üretmemiz gerekiyor.
     
    OTOMOBİL İŞİNE İVME KATAR
    Otomobil motoru, özellikle elektriklisini de yapıyor musunuz?
    Elektrikli minibüs yaptık. Gelecek teknolojileri kullanacak motorları da yapabiliriz. İnsansız helikopteri de motoruyla yaptık.
     
    TÜMOSAN'la otomobil gündeme geldi mi?
    İki defa konuştuk. Çünkü yerli araba projesine ilk adaylığını açıklayan TÜMOSAN oldu. Biz sadece motor olarak değil, her şeyiyle olabilecek şekilde yaklaşıyoruz. Bizim Otomotiv Araştırmalar Merkezi'miz var. TÜMOSAN'la tank motoru projesini alırsak bu otomobil işine de ivme kazandıracak diye düşünüyoruz. Yerli tank motoru da zaten İTÜ-TÜMOSAN projesiydi.
     
    İTÜ TEKNOKENTE ARI GRUPLARI KURULUYOR
    Akademisyenler için ne yapıyorsunuz?
    Akademisyenler için Akademik Kuluçka Merkezi kuruyoruz. Bidiğiniz gibi dünyadaki patentlerin yüzde 55-60'ı üniversitelerden çıkıyor. Türkiye'de bu rakam ne yazık ki veremeyeceğim kadar düşük. Biz bunu geliştirmek için aynı çatı altında Teknoloji Transfer Ofisi de kuruyoruz. Teknokentteki patentlerin dışarıya pazarlanması ile öğretim üyelerimizin ve öğrencilerimizin kendi projelerini ve patentlerini sanayiye pazarlayacağız. Daha çok patent geliştirilmesi için de Arı Grupları kuruyoruz. Her bir Arı Grubu en az 6 kişiden oluşuyor. Bunun 2'si öğretim üyesi, 3'ü öğrenci, diğeri de sanayici olsun istiyoruz. Her bir Arı Grubu'ndan 3 yıllık hedef planı istiyoruz. Her yıl bu Arı Gruplarının performansları ölçülecek ve kendi koydukları hedefe ulaşamayanlar tasfiye edilecek. Kararı da kendi bölümleri verecek.
     
    İTÜ'nün dünyadaki yeri neresidir?
    Dünyada ilk defa 23 mühendislik programına ABET akreditasyonu almamız çok ses getirdi Bu durum, dünya üniversitelerine örnek model olarak görüldüğü için ABD'de yapılan Dünya Rektörler Kongresi'ne beni konuşmacı olarak davet ettiler. Haziran 2011'de New York'ta gerçekleştirilen bu kongrede konuşmak isteyen sadece 14 rektöre bu şans verilmişti, onlardan birisi de bendim. Türkiye'den tek konuşmacı olarak Ar-Ge modelimizi de anlattım. Büyük ilgiyle izlenen sunumum sonrası İTÜ'nün başarısıyla ilgili birçok tebrik aldım. Aynı şekilde Japonya'nın Davos'u olarak tanımlanabilecek bir toplantıya da Türkiye'den tek konuşmacı olarak davetli İTÜ Rektörü olarak bendim. Orada da yeni üniversite modelini anlattım. Bununla birlikte 2 sene önce Avrupa Teknik ve Araştırma Üniversiteler Birliği'nin yönetim kuruluna seçildim. Türkiye'yi orada da İTÜ Rektörü temsil etmekte.
     
    İTÜ MEZUNU 5 BAKANIMIZ VAR
    Mezunlar bulvarı ne durumda?
    Kasım ayında açacağız. İsteyen her mezun bin TL karşılığında bir taş satın alabilliyor. O taşa adı, bölümü ve mezuniyet yılı gibi bilgilerini yazılıyor. Mustafa İnan Kütüphanemiz önünde bulunan Mezunlar Meydanı'nda yerini alıyor. İTÜ'lü 5 bakanımız var. Veysel Eroğlu bakanımızın da desteğiyle bu 5 bakanımızı bir araya getirmeyi ve projemizi tanıtmayı planlıyoruz. İTÜ Mezunlar Konseyi'nin çalışması olan bu projeyle hedef 3 bin taş satarak İTÜ'lü öğrencilere bir yurt yaptırtmak.
     
    Gündeminizde başka neler var?
    Sosyal Bilimler Fakültesi hazırlığımız var. Sosyoloji-felsefe, ekonomi ve uluslararası ilişkiler ve siyaset olmak üzere 4 bölüm açmak istiyoruz. Önümüzdeki yıl bu bölümleri açmayı planlıyoruz.
    YENİ ŞAFAK

    İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ LOGO
    İTÜ - TEKNOKENT

    VAN GÖLÜ

    VAN GÖLÜ - VAN GÖLÜNDEN 5,5 MİLYAR KLOWATT SAAT ENERJİ
    Van gölünde ki suyun değerlendirileceği haberini okudum geçenlerde. İnşallah bu Van Gölünden 5,5 milyar kilowatt saat enerji haberi gerçekleşir ve arkasında durulur.

    Fırat Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Öğretim Üyesi Dr. Muhammed Cihat Tuna, Van Gölü'nden alınacak suyun değerlendirildiğinde yaklaşık 700 megawatt güç ve 5,5 milyar kilowatsaat enerjiye dönüşerek bölgeye hizmet edeceğini söyledi.

    Önceki gün yaşanan 5.6’lık depremin 7.2 büyüklüğündeki depremden farklılıklar göstermesi ve uzmanlar tarafından artçı bir deprem olmadığı ve yeri henüz belirlenemeyen bir başka hayalet fayda meydana geldiğini söylemesi kafaları karıştırdı. Konu ile ilgili bir açıklama yapan Dr. Tuna, "Tarihsel verilere bakılacak olursa Van Gölü etrafında büyük depremlerin sıkça olduğu görülecektir. Bu depremler ile gölün seviye yükselmeleri arasında fiziksel bir bağın olduğu henüz bilimsel olarak kanıtlanmış değildir. Ancak gölün yüksek seviyelerde seyretmesi sonrasında büyük çöküntüler meydana gelerek, Tatvan ve Erciş kıyılarını oluşturduğu bilinmektedir." dedi.

    Van Gölünde yaşanan 7.2 büyüklüğündeki deprem sonrası bazı çöküntülerin olmasının muhtemel olduğunu ifade eden Tuna, "Göl ve çevresinde depremden sonra oluşan obruklarda bu çökmelerin bir sonucudur. Uzun yıllardır yüksek seviyelerde seyreden Van Gölü tabanında kabuk kalınlığı artmakta ve kabuk üstündeki suyun statik basıncının artmasıyla ile birlikte göl tabanında aşırı yükleme sonucunda çöküntüler hatta depremler meydana gelmektedir." açıklamasını yaptı.


    Van Gölü’nün en yüksek düzeyine 1877 yılında ulaştığını belirten Tuna, "1871'den 1900'e kadar altı büyük deprem meydana geldiği bilinmektedir. Van’ın ilk deprem raporunun Serasker Ali Saib tarafından 1891 yılında Padişaha hitaben yazıldığı kaynaklar tarafından bildirilmektedir. Tüm bunlar birlikte düşünüldüğünde depremselliği oldukça fazla olan Van Gölü'nde yüksek su seviyeleri bölge için farklı bir tehlike unsuru olarak ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak Van Gölü kıyısında 1630 m kotunda bir su alma yapısı inşa ederek Van Gölü su seviyesini kademeli olarak düşürmek ve alınan bu suyun Bitlis çayına aktarılmasıyla da güvenilir bir elektrik enerjisi elde etmek mümkün olacaktır." tespitinde bulundu.

    Gölden alınacak suyun değerlendirildiğinde ise yaklaşık 700 megawatt güç ve 5,5 milyar kilowatsaat enerjiye dönüşerek bölgeye hizmet edeceğini belirten Tuna, "Seviyenin düşürülmesiyle göl tabanı üzerindeki yük yaklaşık 75 milyar ton azaltılmış olacaktır. Seviyenin azalmasının ardından açığa çıkacak atıl alanlar, Güneş Enerjisi tarlaları kurularak değerlendirilmelidir. Van’ın Güneş radyasyon değerlerinin çok uygun olduğu EİE tarafından açıklanmıştır(GEPA). Ayrıca ortaya çıkacak bu atıl alanlar ile rekreasyon bölgeleri yapılarak ve yeni tarım alanları açılarak Van ekonomisi ve dolayısıyla ülkemizin istifadesine sunmak mümkün olacaktır." dedi.


    Cihan

    13 Kasım 2011 Pazar

    KAÇIRILAN KARTEPE DENİZ OTOBÜSÜ - KARTEPE DENİZ OTOBÜSÜ - KAÇIRILAN DENİZ OTOBÜSÜ

    KAÇIRILAN KARTEPE DENİZ OTOBÜSÜ - KARTEPE DENİZ OTOBÜSÜ - KAÇIRILAN DENİZ OTOBÜSÜ
    Okuduğum bir haber sitesinde kaçırılan kartepe deniz otobüsünde öldürülen terör örgütü mensubu Mensur Güzel'in annesi Şiti Güzel, oğlumu infaz ettiler demiş. Oğlum 12 saattir kartepe deniz otobüsündeymiş. Keşke bana haber verselerdi. Belkide ikna ederdim demiş.


    Sayın Şiti Güzel hanımefendi o kadar güzel kandırılmış ki ifadesinden anlaşılıyor. Belkide ikna edebilirdim. Belki... Bende burdan soruyorum. Bu şahıs kartepe deniz otobüsüne intihar etmeye gelmiş. Ama sıradan bir intihar değil. Yanında onlarca masumun da kartepe deniz otobüsünde canına kastederek intihar etmeye gelmiş. Peki siz konuştunuz, anlattınız, etme, yapma, böyle olmaz dediniz ve sizi dinlemedi. Butona bastı intihar etti. Okadar da masum insanın ölümüne sebep oldu. Bu seneryo karşısında ne derdiniz. Peki kimse sizi Mensur Güzel oğlunuz olduğu için, ona annelik yapamadığınız için yargılıyormu, suçluyor mu? Eğer oğlunuz Mensur Güzel sizi dinleseydi veya dinleyen birisi olsaydı dağa çıkmazdı, terörist olmazdı. Siz oğlunuz Mensur Güzel'i okusun diye, silahı değil kalemi kuvvetli olsun diye üniversiteye yollamışsınız. Peki lafınızı dinlemiş mi? BDP milletvekillerinin tuzu kuru. Oğlunuza şimdiden kahraman, özgürlük savaşcısı gibi lakaplar takmışlardır. Gene oğlunuzun cenazesinde sizinle yan yana saf tutarlardı. Bu normal. Çünkü onların çocukları ölmedi ki hiç. Nerde gariban, yoksul insanlarımız varsa onların çocukları ölüyor. Sabahat Tuncel  ve bdp milletvekilleri gene cenazede boy gösterirdi. Emin olun bundan. Dediğim gibi Sabahat Tuncel ve bdp milletvekillerinin bu tip olaylarda çocukları hiç ölmedi... Onlara göre bu tip olaylardan her ölen Kürt, onlar için mükemmel bir propaganda malzemesi.


    Yazık 27 yaşında, hayatının baharında gencecik bir insan. Malesef terörün eğitimi, dili, dini yok. Çünkü bunun eğitimle alakası yok. Çağdaş toplum okumakla oluşur. Doğrumu ? Doğru. Ama ne okumakla. Ucu açık bir laf. Satanist kitapları okutursanız çocuk müslüman olmaz. Terörist ideolojileri beynine sokarsanız, milletini seven milliyetçide olmaz. Peki ölen kardeşim kime iyilik etti. Hangi kesimin sesi oldu. Kürtlerin mi? Ya kimin?


    Hala Kürt'ün, Türk'ün, Laz'ın, Çerkezin, Arap'ın; kısacası müslümanların bu ülkede ne kaybettiğini göremiyorsanız diyecek lafım yok. Üzülüyorum çünkü ölen her kürt'te bu ülkenin bir insanı, kardeşim dediğim, abim dediğim, ablam dediğim, bacım dediğim ama bu kelimeleri gittikçe söylemye dilim varmayan aynı zamanda bir insan. Kız alıp kız verdiğim bir insan. Benden ama bana karşı biri.


    Eğer gerçekten bu ülkede BDP milletvekilleri böyle olmasaydı ve Kürtlerde gerçekten akıllı olsalardı bugüne kadar bu ülkede yaptıramayacakları hiçbir olay olmazdı. Bölünmek, özerklik, kürtçe eğitim dahil. Nasıl mı? Bizim insanımız tarih boyunca temiz ve dünyanın en güzel, en saf ve bence eşsiz değerde bir milleti. Kendilerine ne zaman iyi niyetle bişeyler söylense muhakkak karşılığını söyleyen kişi veya kişiler almıştır. Bu bizim milletimizin aleyhine sonuçlansa dahi. O yüzdendir, denirki bu millet hep barış masasında kaybetmiştir.


    Başka bir komedide şu zamanlarda dtp'nin içinde yok güvercinler, yok şahinler gibi kesimler. Kime karşı şahin? Kime karşı güvercinsiniz. Kimsiniz ? Önce bir kendinizi tanıyın. İstenildiği kadar hayvan, börtü, böcek lakabı takın. Neticede hayvan olamazsınız. İnsanın seviyesi düştüğü zamanda emin olun hiçbir zaman benim gözümde hayvanın seviyesine düşemezsiniz. Ya insansınızdır; yada mahlugat. Zaten Türkiye'de hayvanlar aleminden ibaret değil. Haklı olduğunuz davalar var. Elinizde haklı olduğunuz dosyalar var. Ama kutsal kitap değilsiniz. Tövbe haşa Allah (c.c.) değilsiniz. Şeşer beşersiniz. Mazlum edebiyatı yaparak, her zaman Kürt'ler hor görüldü, aşağılandı, yok sayıldı diyerek boğazınıza dursun ham çökelek. Bu sınıfı ve türü olmayan edebiyata da böyle laf gider zaten.


    Hala anlayamıyormusunuz biraz daha açıklayayım. Bu ülkede Kürtleri daima şiddet yönleriyle Türklerin karşısına çıkarmışlardır. Nedenmi? Şiddetle kimse bir yere varamaz. O yüzden arada şiddet mesafesi olsunki bu insanlar birbirinden nefret etsin. Bir araya gelmesinler diye. Bölmenin onlar içinde pek fayda sağlamayacağı aşina. pkk'yı  ne zaman Türkiye birşeyler yapmak istese, yükselse, yücelse Türkiye'nin üzerine indirilmeye yarayan bir balyoz olarak kullanılıyor. ve pkk kolay oluşmadı. Pkk kolayda yok olmaz. Zaten yok olmasını istemek demek, AB, ABD ve İsrail başta olmak üzere bir çok ülkenin istemediği bir sendromlarla karşılaşması demek. Dediğim gibi eğer akıllı olunsaydı ve BDP milletvekilleride akıllı olsalardı, ne Kürtler, nede Türkler, Ne Lazlar nede Araplar açısından bugün bu durumlar yaşanmazdı. Kardeşiz diyoruz (ki şüphem yok) birbirimizi kırıyoruz buda olayın enteresan boyutu.


    Nifak tohumlarını, fitne fesat tohumlarını her metrekare toprağa sağlam serpiştirmişler ve sağlam ekmişler. Haliyle ekilen biçilenden daima daha fazladır. Doğanın, dünyanın kanunu, düzeni bu.

    En azından ben böyle düşünmek istiyorum bu olay hakkında. Aksi takdirde sizinde terör örgütüne destek verdiğiniz ve bilerek çocuklarınızı örgüt mensubu yaptığınız sonucu çıkar ortaya.
    Ateşe su yerine benzin dökülürse ateşi gör, alevi gör. Sönmeye başlamadanda mavi dumanı (külün dumanını) göremezsiniz.


    Sayın Şiti GÜZEL başınız sağolsun. Acınız emin olun ki bizim acımız. Kaybınızda emin olun ki Türkiye'nin kaybı.

    Kalın sağlıcakla...

    10 Kasım 2011 Perşembe

    İRAN İSRAİL SAVAŞI

    İRAN İSRAİL SAVAŞI
    Bu savaşta Türkiye, AB, ABD ve İsrail e karşı İranın yanında yer almalı. Hatta almalısı fazla. Mecbur. Bir adım daha ileri gidim. İranla birlikte AB, ABD ve İsraile karşı savaşmak zorunda. Eğer Türkiye sömürü düzeninden kurtulmak istiyorsa, bu dünyada bizde varız sizlerin köleleri değiliz demek istiyorsa buna mecbur. Neden AB ile karşı savaşmak zorunda diyorum diyorsanız, hemen hemen tüm AB liderleri İranla İsrail savaşması halinde İsrail in yanında yer alacağını söylemesi. Türkiye de İran ile birlikte acilen hazırlık yapmalı ve bu savaşa İranla birlikte girmeli. Artık dünyanında ekseni kaymalı. Kaymalı çünkü bu konuda geç kaldı. Artık dünyanın süper gücü Çin. ABD, AB ve İsrail politikalarının bölgemizde oluşturduğu ortamı görmemek, anlamamak ciddi anlamda salaklıktan başka bişey olmaz. Sadece eski Osmanlı coğrafyasına bakın. Nerede Kan ve Gözyaşı varsa o bölge eski Osmanlı coğrafyasıdır.

    Ayıksın artık bu insanlarımız. Uyuşturuldu hepten ideolojilerle beyinler. Bu güne gelindiğinde hala İsrail çıkıpta meydan okuyabiliyorsa AB ve ABD yi arkasına alarak bölgede; bu bizim ortadoğu insanlarının ne kadar beyinlerinin uyuşturulduğunu gösterir. Hala bölgede ABD, AB ve İsrail varlığı konuşuluyorsa durup bir kendimize gelmemiz gerekir. Bu ülkeleri kimler bu hale getiriyor ve hala derebeyi gibi nasıl oluyorda ahkam kesebiliyorlar.

    Çini tanıyın. Rusyayı tanıyın. Okyanus ötesinden gelipte ortadoğuyu sömürebiliyorsa bazı zırzavatçılar artık bizim insanlarımızın biraz aynaya bakması ve ciddi anlamda kendini sorgulaması gerekir. Gözünün önünde bir çok savaş geçirdi Ortadoğu. Irak savaşı. Kitle imha silahları. Netice ne peki? Kitle imha silahları nedense bir anda kayboldu yok oldu Iraktan. İstikrarsız, bölünmüş, birbirine kin kusan insanlar topluluğu oluştu Irakta. Artık millet ve devlet anlayışı kalmadı. Irak savaşının faturasını Ortadoğu 20 sene sonra görecek. Cezasını ise ömür boyu ödemeye mahkum kalacak. Nedenmi? Siz inanıyormusunuz Irak ta Kürt, Alevi, Suni, Arap gibi toplumların bir daha bir araya gelip, birbirlerine hoş görüyle bakabileceğine. İnanıyormusunuz ırakta Kürtlerin ürettiği ürünleri bunlar benim kardeşlerim, din kardeşlerim üretiyor deyip Arapların, Türkmenlerin, Şiilerin alacağına. Sadece kendinizi o bölgede varsayın ve biraz düşünün. Gerçekler acı geliyor ama artık gerçekten Irak yok. Bölgesel yönetimler var. Kin ve Nefret var o bölgede. Bazı gruplar hala kendini mahallenin namus bekçisi sanabiliyor Irakta. Kendilerini asker ilan edip Irak devletinin namusunu biz koruyoruz sanıyorlar. Irak devletini ele geçirdiklerini düşünebilecek kadarda uyutulmuş ve avutulmuş insanlar. Malesef o bölgede yaşayan Kürtler bu bahsettiğim insanlar.

    Parasız devlet, parasız ideoloji motorsuz arabaya benzer. İtin bakalım ne kadar itebileceksiniz. Bir ülkenin ülke olabilmesi için birinci derecede ekonomisinin iyi olması gerekir. Kurulacağı varsayılan Kürt develeti hangi teknolojiye imza atabileceğine inanıyorsunuz. Siz hala Irak devletinin mi geride kaldığını sananlardansınız. Sizin hiç geleceğiniz olmayacakmı? Kürtlerin, Arapların, Şiilerin o bölgede gelecekleri çalınmadımı sizce. Avrupa, ABD, İngiltere, İsrail gibi ülkeler artık neredeyse (tövbe haşa) herşeyi Allah (c.c.) gibi yaratabilecek teknoloji, ilim ve irfana ulaşmışken neden Müslümanın diyen Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde teknolojinin T'si yok? teknolojiyi kullanmakmı, üretmekmi medeni insan yapar uygar bir toplumu sizce.

    Daha ne kadar Budala, Aptal, Embesil düşünemeyen varlıklar olarak yaşayabiliriz ki...?

    Kalın sağlıcakla...

    7 Kasım 2011 Pazartesi

    İRAN İSRAİL SORUNU - İRAN İSRAİL SAVAŞI - İRAN İSRAİL SAVAŞI SONUÇLARI

    İRAN İSRAİL SORUNU - İRAN İSRAİL SAVAŞI - İRAN İSRAİL SAVAŞI SONUÇLARI
    İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ne operasyon düzenlemesi, Ortadoğu’da yeni bir krizin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu kriz şüphesiz bölgenin istikrarını bozmuş, özellikle Filistin-İsrail sorununun çözümünü zorlaştırmıştır. İsrail-Filistin sorunu Ortadoğu bölgesinin son 60 yıldır uğraştığı sorunlardan biridir. Bu sorun sadece iki tarafı değil, bölge ülkelerini de ilgilendirmektedir. İsrail’in Arap ülkeleri ve İran ile yaşadığı sorunlar buradan kaynaklanmaktadır. Bu çalışmada, İran perspektifi açısındanson Gazze olayları ve bu doğrultuda İran İsrail ilişkileri ele alınacak, İran’ın İsrail-Filistin sorununa bakışı incelenecektir.


    İran-İsrail İlişkilerine Kısa Bir Bakış
    İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından, 1948 yılında, Ortadoğu bölgesinde yeni bir ülke olarak İsrail ortaya çıkmıştır. İsrail’i Türkiye’den sonra tanıyan ilk Müslüman ülke İran olmuştur. İran 1950 yılında İsrail’i tanıdığını ilan etmiştir. Ancak 1953 yılında, İran’da milliyetçi BaşbakanMusaddık’ın iktidarı döneminde İran-İsrail ilişkileri kısa bir dönemliğine askıya alınmıştır. Darbe sonucu Musaddık hükümetinin devrilmesinden sonra İran-İsrail ilişkileri gelişmeye devam etmiştir. Hatta Yahudi-Pers dostluğunun antik bir döneme dayandığı dile getirilmiştir. 1979 İran İslam Devrimi öncesi İran, İsrail için bölgede bir müttefik haline gelmiştir. Şah rejimi karşıtı silahlı güç olarak mücadele veren gruplar (Halkın Mücahitleri Örgütü, Halk Fedaileri Örgütü) bu rejimin müttefiklerini de düşman olarak görmekteydiler. İslamcı-Marksist ve Marksist olan bu örgütlerin üyeleri, Filistin’de El-Fetih’in karargâhlarında eğitim görüp İsrail güçlerine karşı savaşmaktaydılar.


    1979 İran İslam Devrimi gerçekleştikten sonra, İsrail bölgede eski müttefikini kaybederek yeni bir düşman kazanmıştır. Devrimden birkaç gün sonra İsrail ile ilişkiler tamamen kesilmiştir. İran İslam Cumhuriyeti kurucusu Humeyni’nin, İsrail’i bölgede “gasıp güç” olarak ilan etmesi, İsrail’in bir gün yeryüzünden silineceğini açıklaması ve Ramazan ayının son Cuma gününü Kudüs günü olarak ilan etmesi, İran-İsrail ilişkilerini ciddi şekilde gerginleştirmiştir.


    İran-Irak savaşı döneminde İsrail ile çok sert biçimde karşı karşıya gelmemeye dikkat eden İran, savaş sonrasında İsrail tarafından Filistinli örgütleri desteklediği için her zaman suçlanmıştır. 1994 yılında Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te Yahudi Merkezi’ndeki patlamadan İran’ın suçlanması, iki ülke arasında adı konulmayan bir savaşın başlamasına neden olmuştur. 1997’de İran’da reformist Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin dış politikada tansiyonu düşürme stratejisini izlemesi iki ülke arasındaki ilişkileri yumuşatmasa da tırmanmasını engellemiştir. Ancak 2005 yılında aşırı muhafazakâr olarak bilinen Mahmud Ahmedinejad’ın İran cumhurbaşkanlığına seçilmesi ve İsrail’e karşı sert tavırlar sergilemesi akıllara, İran-İsrail savaşının çıkacağı ihtimalini getirmiştir. İsrail her zaman, İran’ın Filistinli örgütlere askeri eğitim verdiğini ve desteklediğini iddia etmektedir. İran ise bu iddiaya karşı Filistin’deki özgürlük hareketlerine manevi destek verdiğini savunmaktadır. İranlı yetkililerin İsrail’e karşı sert çıklamaları ve İsrail’in İran’a karşı yönettiği ithamlar, Ortadoğu’da suların durulmayacağının ve tarafların her zaman savaşa hazır bir şekilde bekleyiş içerisinde olduklarının işaretini vermiştir.


    İRAN İSRAİL SAVAŞI VE SONUÇLARI
    İran ile İsrail savaşması durumunda kimin kazanacağı konusunu bilmem. Lakin beni ilgilendiren boyutuda savaşı kimin kazanacağı değildir. Sonuçları ve Türkiye açısından oluşabilecek zararlarıdır. İran ile İsrail savaştıkları zaman Türkiye hangi taraftan yana olmalı. Türkiye'ye zararları neler olabilir?


    İRAN İSRAİL SAVAŞINDA TÜRKİYE'YE ÇIKACAK FATURASI
    Türkiyenin bölgede yanlızlaşması, israile karşı koyabilecek tek güç kalması, israile karşı müttefiksiz kalması, ortadoğudaki etkinliğinin adeta yok olması aklıma gelen en olumlu yorum şekilleri. Malesef böyle. Türkiye açısındandan en olumlu düşünce şekilleri bunlar. Türkiye açısından olumsuz gibi gelebilir sizlere ama daha olumsuz düşünce şekillerini yazmadın. İnanın bu olumlu düşünce şekilleri çok insaflı. Bakalım dünya bu saçmalığa bir kere daha seyirci kalabilecekmi. Türkiyede de atom reaktörü kurulunca sıra Türkiyeyemi gelecek. Peki İngiltere, Fransa, Almanya, ABD, İsrail, Rusya, Çin, Kuzey Kore gibi nükleer silah sahibi ülkeler varken neden İran. Malesef bu saydığım ülkeler dünyanın kabadayısı biziz diyorlar. İnşallah Türkiye olası bir savaşta İranla birlikte hareket eder. Müttefik olarak savaşa girer. Aksi takdirde ilerde tek başına savaşmak zorunda kalacak. Bölgeye bakın güçlü başka ülke müslüman bir ülke varmı? İnanıyormusunuz siz İsrail'in, AB'nin ve ABD'nin dostumuz olduğuna veya olucağına. Türkiye olarak bir kutup seçilecekse mutlaka bu kutupun yönü ASYA ülkeleri, olmalı. Yani Çin, Rusya, Japonya, Kore gibi ülkelerle Afrika ve Ortadğudaki müslüman ülkeleri çevresinde toplayarak yeni bir pakt kurmak, müttefik bir birlik oluşturmak zorundadır. Ama kesinlikle AB, İsrail ve ABD bu paktın değil içinde kenarında dahil olmamalı. Türkiye'nin dostu kesinlikle AB, ABD ve İsrail değildir. Bunları illa bi kefeye koymak gerekiyorsa oda düşman kefesine konulmalıdır. Bazılarınız yeşilci, dinci veya gerici olarak yorumlayabilir. Öncelikle konuşmasından dolayı insanları bu tip kalıplara koyan bir kişi dar fikirli ve gerçek bir embesildir.


    AB, ABD ve İSRAİL'İN TÜRKİYE'YE ZARARLARI
    Türkiye'nin sömürülmesi, geri kalması, Türkiye'ye uygulanan gümrük kazığı ve patent anlaşmaları ile teknoloji üretebimek için mutlaka AB, ABD patent  bürolarını ziyaret etmek gerektiği gibi.

    27 Ekim 2011 Perşembe

    VAN DEPREMİ 17 AĞUSTOS DEPREMİ ERZİNCAN DEPREMİ ADANA DEPREMİ

    VAN DEPREMİ 17 AĞUSTOS DEPREMİ ERZİNCAN DEPREMİ ADANA DEPREMİ
    Hepsinin ortak bir yönü var deprem olmaları. Bu ülkede yaşayanların zihinlerindede deprem oluşturmaları. Aslında hepsinin bir çok ortak yönü var bu ülke açısından. Bende bu ortak yönlerini sıralayacam. Depremler Türkiye'nin acı gerçekleridir. Acı olduğu kadarda üzerinde bilimsel çalışmalar, bilimsel ve tekniksel önlemler alınması gereken olaylardır. Peki biz depremlere karşı ne gibi önlemler aldık? Millet olarak depremlere karşı ne kadar bilinçlendik? Devlet olarak ne yapılması gerekiyor? Devlet depreme ne kadar hazırlıklı? Kandilli rasathanesi görevini yapabiliyormu? Kandilli rasathanesi neden deprem olaylarını doğru tahmin edemiyor? Kandilli rasathanesinde kimler görev yapıyor?

    ERZİNCAN DEPREMİ, VAN DEPREMİ, 17 AĞUSTOS DEPREMİ, ADANA DEPREMİ ve irili ufaklı bugüne kadar yaşanmış onlarca deprem. Peki akıllanmamız için daha ne adar deprem olması gerekli? Türkiye'nin deprem dede diye bilinen deprem Profesörü Ahmet Mete Işıkara sadece dedemi? Ahmet Mete IŞIKARA (deprem dede) depremlerde ne gibi çalışmalar yapmış bir insan.

    MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI UYUYORMU?
    Ellerinde her türlü meteryal Türkiye'de mevcut. Sık sık deprem oluyor. Peki Makina Mühendisleri Odası bu tür olaylara karşı ekip kurmuşmu? Birileri diyebilir Makina Mühendisleri Odasının depremlerle ne ilgisi olabilir? Her türlü olaylara karşı makina ekipmanları geliştirirler. Arama kurtarma görevleri üzerine makina ekpmanları geliştirilebilir bu tip olaylara karşı. Neticede deprem olmadan hangi tür makinaların depremlere karşı kullanılabileceğini, hangi tip aletlerin depremlerde işe yarayabileceğini, nasıl bir makina yaparsan şu tip göçüklerde bu alet ve makinalar işe yarar? gibi bilgileri araştırmamaları için ve bugüne kadar bu tip aletleri geliştirememiş olmaları insanda odanın saygınlığının tartışılması gerektiğinin en büyük ispatı.

    Depremlerde her kurum, kuruluş kendine göre önlemlerini almalı ve gerekli gördüğü araştırmalarını yapmalı. TÜBİTAK ne tür çalışmalar içinde bilmiyorum ama üzerinde devlet olarak ciddi anlamda araştırma geliştirme yapılması gereken olaylar bu tip doğa olayları. ABD, Rüsya'yı kendi ülkesi üzerinde doğal olaylara müdahale etmekle suçluyor. Çok değil geçen sene yılbaşında Moskova'ya kar yağdırmamılardı. Kar bulutlarını Moskova şehrinden uzak tutmayı başarmıştı Rus bilim adamları.

    Peki Türkiye'deki depremler doğalmı, yapay depremmi? Kim bu konuda bilgi sahibi hiç kimse. Allah(c.c.) bilir. Birde teknolojisi çok fazla gelişmiş, bu depremleri yapay olarak deliştirebilecek kadar ilerlemiş ülkeler bilir. Asıl bilmesi gerekenlerin bilebilmelerinin imkanı malesef teknoloji olmadığı için yok.


    BEN BURDAN SORUYORUM? DEPREM, KASIRGA, TOPRAK KAYMASI, YANARDAĞ PATLAMASI, SEL gibi doğal olaylardan daha büyük Silah yapılabilirmi? Kendi teknolojinizle bir deprem oluşturabilseniz bundan daha büyük bir silah yapamazdınız heralde. O ülke en fazla bu tür bir savaşa karşı 1 gün dayanabilirdi. Neden bu tür olaylar bilimsel yönden devlet tarafından araştırılmıyor? Oldu bitti, öldü gitti şimdi yas tutma zamanı. 3 gün saonra yasta bittti hadi geçmiş olsun. Bu kadar basitmi ya. Bu kadar ahmak bir milletmiyiz? ABD, Japonya gibi ülkelerde her türlü doğal olaylara karşı bilimsel araştırma içinde. Kendi geliştirdikleri teknolojik ekipmanları geliştirme peşinde. Ya biz... Ancak bazı basın yayın organlarında sansasyon yaratmak, para kazanmak için Tv programlarında tartışma yaparız, kitaplar yazarız ve makaleler yazarız.

    KANDİLLİ RASATHANESİ NEDEN DEPREMİ DOĞRU TAHMİN EDEMİYOR?
    Buda çok merak ettiğim bir konu 99 depreminin üzerinden 12 sene geçmesine rağmen, tıpkı 99 depremindeki gibi yanlış tahminlerde bulunmaya devam ediyor kandilli rasathanesi. 6,6 şiddetinde denilen deprem ABD 7,3 demesi üzerine ortası bulunarak 7,2 şiddetinde diye değiştirildi. 17 Ağustos depremindede 6,9 demişlerdi. ABD 7,2 şiddetinde diyine ABD li abilerin dediği doğru kabul edilmişti. Bizim deprem Profesörlerimiz biraz fazla spor (boks) la ve sosyal yaşamla uğraşıyorlar galibaki fazla bilimsel çalışma yapma fırsatı bulamamışlar. Medyatik yüzü olan bir başka Profesörümüz Deprem Dede Ahmet Mete IŞIKARA acaba bugüne kadar kaç bilimsel çalışma yapmışki o meviyi ele geçirmiş. Bu konular üzerine kaç tane bilimsel makalesi var Ahmet Mete IŞIKARA hocanın. Kusura bakmayın ama en özürlü insan bile deprem sırasında yapılması gerekenleri biraz araştırma ile yapabilir. Peki deprem sırasında yapılması gerekenleri öğretmek için mi Prof. görevi verilmiş (Deprem DEDE'ye) Ahmet Mete IŞIKARA'ya.

    Buda Van depremin doğal olmadığını yapay olduğunu tartışmalara açacak bir video





    Tekrar yakınlarını kaybetmiş insanlara Allah(c.c.) sabır versin, hayatını kaybetmiş insanlarımıza Allah(c.c.)'tan rahmet diliyorum. Artık aklımızı başımıza alma zamanı.
    Kalın sağlıcakla...

    23 Ekim 2011 Pazar

    TÜRK ORDUSU SİLAHLARI, PKK TERÖR ÖRGÜTÜ VE ŞEHİTLER

    TÜRK ORDUSU SİLAHLARI, PKK TERÖR ÖRGÜTÜ VE ŞEHİTLER
    Türkiyede her geçen gün terör örgütüyle girilen çatışmalarda verilen zaiyatlara, yapılan ihmallere ve buna dair terör propagandası basın haberlerine rastlanıyor. Şimdi düşünmeden edemeyecem. En büyük terör örgütü, PKKmı yoksa basınmı? Her şehit haberlerinde arkaya ağlatmalık bir fon müziği (Trajedi veya duygu sömürüsü müziğide denilebilir.) ile birlikte verilen şehit haberleri. Aslında basın tarafından yapılan bilinçaltı bir diğer adıyla parapsikolojik yöntemlerle halkın beynine PKK ile savaşılamaz, istenildiği kadar savaşılsın yok edilemez, bu an hep akar mantığını yerleştirmek. Nitekim de bunu git gide başarıyorlar. Artık neredeyse milleti geri adım atacak hale getirdiler. Biraz daha bu böyle devam ederse, şehitler haksız, PKK terör örgütü haklı konumuna getirecekler milleti. Neyse şimdiki konumuz bu değil. Şimdiki konumuz TSK ve TÜRK ORDUSUNUN bölgede uyguladğı stratejik hatalar ve bu hatalara karşın affedilemez derecede gelen şehit haberleri.

    TÜRK ORDUSU TSK'NIN BÖLGEDEKİ STRATEJİK HATALARI VE İLKEL ZİHMNİYETLE YÜRÜTTÜĞÜ HAREKAT VE KURDUĞU İLKEL KARAKOL YAPILARI

    Neden böyle diyorsunuz diyecek olursanız; bölgede askerlik yapmış ve yapılan hataları bizzat görmüş bir asker olarak yazıyorum bunları. TSK isterse Güneydoğu Anadolu da kuş uçmaz. PKK terör örgütü değil 30 sene 24 saat dayanamazdı bölgede. İdareciler, yöneticiler ve generallerin bölgeye hiç gitmemiş bir eda ile umursamamazlıktan geldiği veya ilersini göremedikleri gerçeği. Aynı sorunlarla savaşan diğer ülke ordularına bu durumda bakmak yeterli. Gördüğüm en basit birkaç stratejik hata ve ihmal edilemez hata.

    - Neden hala 3 ay eğitime tabi tutulan, acemi birliğinde silah görmemiş erler kurbanlık koyun gibi Güneydoğuda çatışmaya gönderiliyor.?

    - Bölgede karakol, bölük, tabur, alay, tümen (neresi olursa olsun) çevrelerinde neden 30 senedir stratejik silahlar kurulamadı, geliştirilemedi? Nöbetçi gibi uzaktan kumandalı silah sistemleri geliştirilip bu askeri bölge çevrelerine kurulmadı.

    - Hep aynı yöntemler kullaılmasına rağmen neden hala bu yöntemlerin önüne geçebilecek silah sistemleri araştırılıp geliştirilmiyor?

    - Neden 30 senedir Nöbetçi, ANKA gibi silah sistemlerini ilk üreten ülke Türkiye değil?

    Türk askerinin canı bu kadar ucuzmu ya? Kendim adına ben artık o bölgede KAHRAMAN olmuş, arkasından KAHRAMAN denilen şehit asker haberleri duymak istemiyorum. Bu ülkede yeterince KAHRAMAN zayi edildi. Ülkenin 3 te bir bütçesini yediği halde neden hala o bölgede çatısından su akan karakol var?

    Bu tür savaş yöntemlerini en iyi uygulayan ülke kabul etsenizde etmesenizde, sevsenizde sevmesenizde İSRAİL. Aynı konumda oldukları halde İsrail Türkiyeyle mukayese edilemeyecek derecede ilerletti kendisini. Bu tür sistemlerin ilk çıkış yeri hep nedense İsrail. Heralde ülkemizde İsrail gibi düşünebilen hiç bir tane general ve yönetici yok. Malesef bizim paşalarımızın, yöneticilerimizin hepsinin bir İsrailli general kadar kafaları çalışmıyor. Bu 30 senedir sürdüğüne göre gerçek olarak çıkıyor karşımıza. Kabul etsenizde etmesenizde. Gerçekler bunlar. Şanlı Türk Ordusunun Düşünemeyen, Önünü göremeyen General ve yöneticileri...


    Bir başka husus ise atalarımızın söylediği AT, AVRAT, SİLAH deyimi. Şimdi bazı ilerici gerizekalılarçıkıp örümcek beyinli, eski kafa, gerici gibi anlamını dahi bilmediği kelimeler edebilir. (Anlamını bilse kendine ve ejdadına sövmez. Bu tür insanlar benim gözümde insan değil, asalak ve gereksiz yere kafatasına konulmuş beyinli mahlugatlardır.) Bu gerçek ise son olarak F-16, füze, helikopter, tank, Anka gibi stratejik silahlarda ve Kıbrıs Barış Harekatında (Düşman gemisi olarak sistemde görülen talihsiz Muavenet Fırkateynimiz) gösteriyor kendisini. Kendi silahıyla savaşmayıp, başkasının ürettiği silahlarla zafer kazanabileceğine inanan Saddam, Kaddafi, El-Kaide gibi devrik liderlerin ve onların yanında bulunan generallerin sonlarını göremeyecek kadar budala değilsinizdir heralde.

    Başka ülkelerden gelen silahlar neler kaybettirir?
    Size satılan tankın aynısını ABD, İsrail kullanıyor olabilir. Ama Dışarıya saatıkları tankları bazı bölgelerine zayıf zırh kaplaması uygulayarak olaki bir savaşta o zayıf bölgeden saatıkları sizin elinizdeki tankları keklik gibi avlayabilirler.

    Size sattıkları F-16 gibi uçakların sistemlerini kendileri yönetebilir ve istedikleri zaman silah bile kullanmadan düşürebilirler. (Aselsan yetkililerinin açıklamalarına dayanarak konuşuyorum. Aselsan yetkililerinin söyledikleri cümle aynen şu : Biz istersek uçağın sistemine gözle görülemeyen bir mikroçip yerleştiririz ve bu mikroçiple o uçağa silah bile kullanmadan düşürebiliriz.)


    Sizlere sattıları Heronlardaki görüntüleri Eşzamanlı olarak Hem PKK hemde size sunarak sizi sattıkları sistemlerin ameleleri konumuna düşürebilirler.

    Sizlere saatıları haberleşme cihazlarının kodlarına girerek haberleşme sistemlerinizi saf dışı bırakabilir veya istedikleri gibi sizleri dinleyebilirler. (Ergenekon Terör Örgütü olaylarını birebir örnek olarak verebilirim.)

    En melek hali tüm bu saydıklarımı yapmamış olsunlar. Tamamen tertemiz duygularla, kara kaşınıza kara gözünüze hayran kaldıkları için bu sistemleri sizlere satmış olsunlar. O zamanda bilinki kendilerine daha ii sistem geliştirebilecek paraları sizlerin sırtından kazanıp, sizlere sattıkları silah sistemlerinin hammaddelerini bildikleri için o maddelere göre radar veya silah geliştirebilirler.  Diyelimki geliştirmedilerde sattıkları silahlara göre radar ve silah geliştirmediler ve tamamen aynı sistemleri sattılar sizlere. Kıbrıs ambargosundaki gibi silahsız ve malzemesiz kalacağınızı unutmayın. Hadi ambargoda uygulamadılar ve hem kendilerine hemde sizlere aynı silahları satıyor bu ülke, hatta okadar iyi ve mert bir ülkeki bu, siz o ülke ordusuyla savaştığınız halde hem size hemde kendi ordusuna aynı silahları birebir veriyor. O zamanda bilinki savaşı zaten kaybetmişiniz geleceğiniz ipotekleniyor. (ABD nin PKK ile savaşta Türkiyeyi borçlu bırakarak Türkiye'nin geleceğini ipotek altına alması gibi)

    Ne demiş eskiler? En amiyane tabirle "Başkasının ............ gerdeğe girilmez. Girerim dersen o çocuk adınıda koysan senin çocuğun değildir."

    Kalın sağlıcakla...

    HİDROJEN SÜLFÜR

    HİDROJEN SÜLFÜR - KARADENİZ DİP SUYUNDA KARADENİZİ 100 YIL AYDINLATACAK
    Türk araştırmacılar, Karadeniz dibinde bulunan hidrojen-sülfürlü sudan hidrojen gazı elde etmeyi başardı.


    Ar-ge çalışmalarını yürüten Dr. Mükerrem Şahin, Karadeniz'de hidrojen-sülfür oluşumunun jeolojik oluşumların etkisiyle sürekli olarak arttığının gözlendiğini söyledi
    Son yapılan araştırma sonuçlarının, Karadeniz'de hidrojen-sülfür oluşumunun giderek yükseldiğini gösterdiğini aktaran Şahin, ayrıca bu kaynaklara Karadeniz'in 30-40 metre altında bile rastlandığını belirtti.
    Dr. Şahin, yaklaşık 5 yıl süren araştırmaları sonunda, Karadeniz dip sularında yoğun olarak bulunan hidrojen sülfürden hidrojenin ayrıştırılarak bir enerji üretimine yönelik ar-ge çalışmalarını tamamladıklarını bildirdi.
    Şahin, araştırmalarına ilişkin şu bilgileri verdi: ''Çalışmamız, enerjiden kaynaklanan cari açığın yüksek değerlerde olduğu ve önemli bir sorun olarak tartışıldığı bu günlerde yerli bir kaynağın kullanılabileceği husunda ümitlerimizi arttırdı. Hidrojen sülfürlü suyu, geliştirdiğimiz bir katalizör sistemi üzerinden geçirerek ekonomik koşullarda hidrojen gazı elde etmeyi başardık.


    Projemizde, Karadeniz'in 40 metre altında bulunan kaynağın değerlendirilmesi ve ülke ekonomisine katılması hususunda ilk ciddi sonuçlara ulaşıldı. Şimdiye kadar Karadeniz'deki rezerv tespitleri için yalnızca Rusya, Gürcistan, Ukranya, Romanya gibi ülkelerde çalışmalar yapılmıştı. Ülkemizin de bu konuda eş zamanlı çalışması lazım.''


    Şahin, yaptıkları fizibilite çalışmalarında, mevcut potansiyelin Karadeniz bölgesinin 100 yıllık elektrik ihtiyacını karşılayabileceğini gösterdiğini bildirdi.


    Konu hakkında bir dizi konferanslar verip üniversite öğrencilerinin ilgisini bu konuya çekmeye çalıştıklarını dile getiren Şahin, ''Bunun bir devlet politika haline gelmesi ve pilot tesislerin kurulup bu potansiyelin değerlendirilmesi için çalışmaların yapılması gerekiyor'' dedi.


    Haberin Linki http://www.haber7.com/haber/20110829/Karadenizi-100-yil-aydinlatacak-bulus.php


    BU HABERE CİDDİ DERECEDE EĞİNİLMESİ GEREKİR. YANLIZCA KURU BİR BULUŞ OLARAK KALMAMALI. GEREKEN ÖNEM VERİLMELİ. BU BULUŞ SANAYİYE VE DOLAYISIYLA GERİ DÖNÜŞÜMLÜ OLARAK EONOMİYE KAZANDIRILMALI.

    1 Eylül 2011 Perşembe

    MAVİ MARMARA RAPORU

    BM'NİN MAVİ MARMARA RAPORU
    ABD, İsrail ve Avrupa'dan Mavi Marmara Baskını hakkında gerçekleri söylemelerini bekliyorsanız kendinizle yüzleşin. Türkiye bağlı bulunacağı kutpu yeniden belirlemek zorundadır. Çin, Rusya ve İran iyi değerlendirilmeli. Bugüne kadar AB, ABD de Türkiye hakkında alınan kararlardan olumlu sonuçlanan varmı. Türkiye anca tazminat ödeyerek doğru karar verilmesini sağladı. Terörü besleyenler kimki. Kimler destek veriyor bölgedeki huzursuzluklara. AB ve ABD den başkası değil. Neden çünkü istikrarsızlık yaratacaksınki sömüresin. İstediğini yapasın. O yüzden net ifadelerle tekrarlıyorum. Türkiyenin çıkarları kesinlikle AB ve ABD'de değildir. Rusya, İran ve Asya ülkeleri iyi değerlendirilmeli. Tekrar tekrar düşünülmeli. Bu yönde politikalar üretilmeli. Kimsede raportörleri AB ve ABD olan davadan  Filistin devleti ve Türkiye hakkında olumlu rapor çıkacağını beklemesin. Türkiye ve Ortadoğuya AB ve ABD sistemi kazandırmaz. Ancak kaybettirir ve huzursuzluk istikrarsızlık getirir. Gerçekler net görüldüğü halde boşuna üç maymunu oynamanın anlamı yok.

    İnsan ve devletler arası hukuk bu kadar çiğneniyor ve İsrail hakkında adamların hazırlayacakları rapor bu kadar bekleniyorsa emin olun o rapordan hayır gelmeyecek. BM hala İsrail Terör Örgütü (İTÖ) yüzünden yüzbinlerce kişinin Mısır, Lübnan, Suriye, Arabistan gibi ülkelerde mülteci konumuna düştüğünü, evlerinden yurtlarından edildiğini göremiyor ve raporu bu kadar bekletiyorsa ne ABD'nin, nede AB'nin  çıkarları Türkiye Cumhuriyeti devleti ile örtüşmez. İlla o raporla Filistin özgürlüğüne kavuşacaksa, o özgürlükten hayır gelmez.

    BM, AB, ABD ne bekliyor dersiniz sizce. Böyle bir olayın yaşanması neticesindemi harekete geçmeli. BM raporunda İsrail işgalci göründüğü halde ceza almıyorsa, ABD de bu rapor konusunda İsrail'i haklı görüyorsa bana kimse ABD ve AB ile çıkarlarımız örtüşüyor demesin ve Mavi Marmara raporundanda olumlu sonuç çıkacağını kimse beklemesin. İnanın çok büyük bir gaflet ve delalet içindesinizdir. Geçmişte yaşananlara, oradaki olaylara bakın sonra gidin aynaya bakın. Aynaya bakın ve ben kimim benim milletim kim diye araştırma içine girin.

    Kalın sağlıcakla...

    27 Ağustos 2011 Cumartesi

    YERLİ MALI - YERLİ GEMİ - YERLİ TANK - YERLİ SİLAH - YERLİ TEKNOLOJİ

    YERLİ MALI VE YERLİ TEKNOLOJİLER ÜZERİNE
    Neden yerli malı ürünler önemli. Ordumuz, kolluk kuvvetlerimiz, niçin yerli malı silah kullanmalı? Yerli malı sivil ve askeri gemiler gerçekten yerli malımı? Yerli teknolojinin gelişmesi nelere bağlıdır? Bu tip sorulara cevap aramaya çalışacam. Aslında benim burada hiçbirşey yazmamada gerek yok. Netice itibari ile siz biraz derin düşünerek çoğu sorunun cevabını bulursunuz veya bulmuşunuzdur.

    NEDEN YERLİ TEKNOLOJİ KULLANILMALI VE GELİŞTİRİLMELİ?
    Öncelikle şunu belirtmek isterim. Yerli teknoloji geride olsa geliştirilmesi için kullanılması ve pazarlanması zorunludur. Peki neden? Geri kalmış bir teknoloji neden kullanılmalıdır ki? Mantıksız gelebilir ama ABD, AVRUPA ve İSRAİL in bugün bu kadar gelişmesindeki tek sebep biziz. Bizim sağladığımız destekle adamlar bize caka satıyor. Eğer biz en basitinden, Unilever, Coca cola, Nestle, Pepsi, Procter Gamble'nin ürünlerini kullanmazsak bu adamların  gelişmesi için finans desteği sağlamamış oluruz. Bunu yerli malı ve yerli sermaye ürünlere aktarırsak bu markaların çıkardıkları ürünlerden daha iyilerini bizim insanlarımız üretir ve geliştirir. Adamların ellerine zulmetmeleri için koz vermemiş oluruz. Adamlar geliştirdikleri bu sistemle istedikleri müslüman coğrafyasında katliam yapabiliyor, istedikleri haritayı çizebiliyor. Bunda bizim hiçmi suçumuz yok. Benim güneydoğudaki kardeşim açlıktan işsizlikten dert yanıyor. Neden hala olayın bu boyutları görülmek istenmiyor. Bu yerli malı bu dandik olur demenin en büyük ahmaklık olduğunun ne zaman farkına varırsak o zaman milletçe adam oluruz.

    UNUTMAYIN Kİ, HAKETTİĞİNİZ GİBİ YÖNETİLİRSİNİZ. ALLAH (c.c.) KİMSEYE HAKETMEDİĞİNİ VERMEZ. KISACASI ALLAH (c.c.) VERMEZ KUL HAKEDER.

    Kalın sağlıcakla...

    21 Ağustos 2011 Pazar

    TERÖR ÖRGÜTÜ PKK, PEJAK, TERÖRİSTLER VE TÜRKİYE

    TERÖR ÖRGÜTÜ PKK, PEJAK, TERÖRİSTLER VE TÜRKİYE
    Bu yazımda Güneydoğu Anadolu Bölgesinde PKK veya Pejak varlığı ve Türkiye'nin bu örgütlerle savaşında olan ihmallerinden bahsedicem.


    NEDEN PKK TERÖR ÖRGÜTÜ YOK EDİLEMİYOR?
    Bu soruyu hiç düşündünüzmü? Neden yok edilemiyor PKK. Bunun birçok cevabı olduğu gibi ben göz önünde tutulmayan, görülmek istenmeyen askeri cevaplarından bahsedicem. En basiti Kandil dağından ve böldegen bahsederek örnekler vericem. Güneydoğuda askerlik yapmış birisi olarak.


    En başta Kandil ve çevresindeki kampların bitmemesinin, terör örgütü mensuplarının o bölgede varlığını sürdürmesinin temel sebebi nedir buna değinecem. Kandil ve çevresinin bombalanması tamamen Türkiye'nin paralarını çöpe atmasıyla eşdeğer. boşuna bombalanıyor. Bitirmek amaçlı değil. Sadece zaman kazandırmak amaçlı yapılan bir eylem Kandil ve çevresinin bombalanması. Neden derseniz o bölgede terörist yok. O bölgede yaşayan bir tek terör örgütü mensubu yok. O bölgede yaşayan sivil halk var. Teröristte bunlar zaten. Adamlar bombalanacağı zaman kampları terkedip civardaki evlerine yerleşiyorlar. Bombalama bittikten sonrada çıkıp tadilat ve tamirat çalışmalarına başlıyorlar. ABD, Türkiye ile olan anlık istihbarat ayığındada çok büyük zaafiyet var. Ne gibi derseniz bir kere Türkiye bölgeyi geniş çaplı 24 saat aylarca gözettikten sonra bölgeye giren çıkan, tadilat ve tamirat çalışmasını yapan insanların eşzamanlı olarak Irak hükümetine bilgisini vermeli. o bölge bir kere insandan arındırılmalı ve 5 yıl veya daha uzun süre kimse sokulmamalı. O bölgede yaşayan insanları o bölgeden uzaklaştırmadıktan sonra terörist tükenmez o bölgede. Çünkü terörist zaten sivil halk o bölgede.


    ABD ile yapılan anlık eşzamanlı istihbarat paylaşımındada çevrede en ufak görüntü ve hareketlilikte beklenmeksizin o bölge vurulmalı. Bir kere operasyona başlamadan önce teröristlerin o kamplara hangi güzergahları kullanarak gittiğini gözetmek gerekir. Nedenmi? Çünkü geçiş güzergahları bilinki mayınsız bölgelerdir. Bir dahaki operasyon planınının geçiş güzergahını belirlemede yardımcı olur. Aynı bölgeler kullanılarak o bölgeye 20 ila 30.000 asker konuşlandırılmalı. 1994-1996 yıllarında yapılan operasyonların önce iyi bir güzergahını belirlemek gerekiyordu. Bu yapılmadı ki o yıllarda çok fazla asker zaiyatı oldu.


    Bölgeye gelince. Kesinlikle PKK ve yandaşlarına destek verenler asılmalı. Öncelikle bunların şehir yapılanması ile olan bağları kesilmeli ve şehir yapılanması yok edilmeli. Çünkü o bölgede yaşayan insanlara karşı çok fazla tehdit ve psikolojik baskı var. Bu tehditi yapanlarda bölgede başta BDP ve KCK. BDP kapatılmalı. Nedenmi insanları bize oy veren köy, oy vermeyen köy diye BDP sayesinde önce BDPliler fişliyor sonra PKK lılar vuruyor yakıyor o köyleri, baskınlar yapıyorlar. Adamlar zaten resmen söylüyor. Adres imralı diye. Bu insanlara daha konuşturma hakkı tanınamaz. Aynı yere bunları tıkmadıktan sonra o bölge insanının devlete olan güveni sağlanamaz. Bırakın güvenmeyeni kazanmayı, güveneni bari kaybetmeyin. Güvenmeyen zaten ideolojik sebeplerden güvenmiyor.


    NEDEN PKK TERÖR ÖRGÜTÜ İLE GİRİLEN ÇATIŞMALARDA ÇOK ASKER ZAYİ OLUYOR? veya NEDEN PKK BASKINLARINDA ÇOK FAZLA ASKERİMİZ ZAYİ OLUYOR?
    Ortada çok büyük ihmal ve ihmalkarlıklar olduğu için. Neden ihmal ve ihmalkarlıklar sinsilesi var. Başlıca, o bölgede neden hala nöbet kulelerine asker konulduğu. Hakim kuleler oluşturulup bu kulelere karakol merkezinden gözetlenen nöbetçi gibi uzaktan kumandalı silah sistemleri olmuyor. Cobra araçlarının üzerinde neden insansız platformlar geliştirilip üretilmiyor. Olan sistemler yetersiz. Cobra, BTR, ZPT gibi çesitli  araçlarının üzerine termal kameralar takarak tam anlamıyla bu sorunu çözemezsiniz tamam. Ama neden her alanı ve açıyı görebilen algılayıcı sistemler geliştirilip takılmıyor bu platformlara. Devletin TÜBİTAK, TÜBİTAK-SAGE gibi kurumarı neden 30 senedir bu kadar zayıf kaldı ve bazı teknoloji geliştirilen birimler kurulmadı. O kadar zaiyat verildi o bölgede. Her zaiyatta aynı yöntemlerle verdirildiği görüldüğü halde neden kimsenin aklına insansız silah sistemleri geliştirmek gelmedi. T.C. devletini kimler yönetiyor? Bu kadarmı sahipsiz veya akılsız kişiler yönetiyor? Yoksa bu kadarmı şerefsiz vatan hainleri yönetti devleti? Lafım kesinlikle AKP ye değil. Bu sorun 30 senedir var. İsrail bile Filistinde HAMAS ve Filistin Kurtuluş Örgütü gibi örgütlerin üzerinde umulmadık silah sistemleri geliştiriyor ve deniyor. Neden 30 senedir Aselsan, Tübitak, Havelsan, MKEK, Roketsan, TAI, TEI, Mikes, TÜBİTAK, TÜBİTAK-SAGE gibi birimler kurulmasına rağmen o birimlerde çalışan ekibe gereken önem verilmedi. Verilmediğini nerden biliyorsun diyorsanız adamlar güzel bir sistem geliştirdiklerinde öldürülmekten korkuyor. Orada önemli olan olay, ekibe gereken önemin verilmesi. Dünyanın en gelişmiş fabrikasınıda kursan beyin gücüne sahip çıkamazsan bir işe yaramaz. Bu neden hala idrak edilemiyor ve Aselsan gibi kurumlarda çalışanlar intihar ediyor? Bu intiharların üzerine neden gidilmiyor? Yapılacak çok basit Aselsan gibi kurumların fabrika içlerinde İnsan Kaynakları, Kameralar ve Psikolojik danışma ekipleri var. İntihar eden kişilerde bu raporlara ve kayıtlara neden bakılmıyor. İntihara meyilli kişinin raporlarda ve kamera kayıtlarında hal ve hareketleri belli olur. En basitinden intihar eden kişinin intiharmı etti? öldürüldümü? söylenntisine kesin cevap verebilir, soruşturmayıda buna göre derinleştirirsiniz.


    Kalın sağlıcakla...